Finansal işlemlerin vergilendirilmesi konusu aslında yeni değil hatta oldukça eski. Bu düşüncenin kökleri Keynes’e kadar dayanıyor. Keynes, ‘’ Para, Faiz ve İstihdamın Genel Teorisi’’ adlı kitabında finansal piyasaları kumarhaneye benzetiyor. Çünkü işlem maliyetlerinin çok düşük olması nedeniyle çok fazla yatırımcının piyasada işlem yaptığını ve bunun da hem likidite bolluğuna neden olduğunu hem de spekülatif hareketlerin artmasıyla piyasada bir istikrarsızlık yarattığını savunuyor. Bu yüzden Keynes, tüm finansal işlemlere uygulanacak tatmin edici bir verginin piyasadaki spekülatif hareketleri azaltarak, uzun vadeli yatırımcıları özendireceğini savunuyor.
Finansal araçların vergilendirilmesini tek savunan Keynes değil. Keynes’den yaklaşık 40 yıl sonra Nobel ödüllü iktisatçı James Tobin’de spot döviz işlemlerine sınırlı oranlı bir vergi konularak, döviz kurlarına istikrar kazandırılabileceğini ve bunun da uluslararası mal ve hizmet ticareti için güvenli bir ortam oluşturabileceğini savunuyor.
Hem Keynes hem de Tobin kendi dönemlerinde savundukları bu öneriler konusunda destek göremese de aslında haklılar. Ancak bu politikaların amaçları her ne kadar uzun vadede toplum yararı sağlayacak olsa da yanlış zamanda uygulandığında istenilen sonuçlar elde edilemeyeceği gibi aksine piyasa ve güven bozucu etki yaratma ihtimali çok yüksek.
Vergilendirmenin nasıl olması gerektiği konusunda şu an bir kafa karışıklığı mevcut. Hafta başında basına ilk yansıyan gelirin vergilendirilmesiyken, Çarşamba günü Sn. Mehmet Şimşek gelir üzerinden bir vergilendirilme olmayacağını ve işlem üzerinden sınırlı bir vergilendirme düşündüklerini paylaştı. İlk olgu yani gelirin vergilendirilmesi kısmı yöntemi itibari ile aslında bir maliye politikasıyken, işlem üzerinden vergilendirme daha çok piyasa regülasyonudur. Piyasa regülasyonlarında da amaç gelir elde etmekten daha ziyade piyasaların aşırı volatilitesi, spekülasyon ve sistemik risk gibi olumsuz etkilerini azaltarak, ekonomik sistemin düzgün, adil ve verimli bir şekilde işlemesini sağlamaktır. Bu arada her ikisinin de gerekli olduğunu düşünüyor olmakla birlikte, işlem vergisinin zamanlamasının doğruluğu konusunda emin değilim.
Neden?
Örneğin Avrupa Birliği 2008 krizinin ardından benzer bir yol seçerek Finansal İşlem Vergisi’nin ( Financial Transaction Tax – FTT) uygulanmasını tartıştı ve birlik olarak bir uzlaşmaya varılamayınca ülkeler kendi finansal işlemler vergilerini uygulamaya başladı.
2012 yılında Fransa, Fransız şirketlerinin hisse senetleri üzerindeki finansal işlemler için bir vergi uygulamaya başladı. Bu vergi, piyasa değeri 1 milyar Euro’dan fazla olan şirketlerin hisse senetleri üzerindeki işlemler için geçerliydi.
Sonuç; bu durum işlem hacminde belirgin bir düşüş yaşanmasına, likidite de azalışa ve bu da piyasadaki alım-satım farklarının genişlemesine yol açtı.
Ocak 2021’de İspanya finansal işlem vergisi uygulamasını başlattı. Bu vergi, piyasa değeri 1 milyar Euro’dan fazla olan İspanyol şirketlerinin hisse senetleri üzerindeki işlemler için geçerliydi.
Sonuç; FİV’nin uygulanmasıyla birlikte işlem hacmi ve likidite azaldı. Bu, piyasa dinamiklerinde bir değişikliğe yol açtı ve yatırımcılar arasında belirsizliği artırdı.
Belçika, borsada işlem gören menkul kıymetlerin alım ve satımı üzerinden bir vergi uygulamaya başladı. Bu vergi, borsada işlem gören hisse senetleri ve tahvillerin yanı sıra bazı türev ürünler için de geçerli olacaktı.
Sonuç; FİV’nin etkisi Belçika’da benzer şekilde işlem hacminin azalmasına ve likiditenin düşmesine neden oldu. Yatırımcıların daha az işlem yapma eğiliminde olduğu gözlemlendi.
Bu ülkelerin kriz sonrası amacı devlete gelir sağlamaktı. Oysaki 2008 Krizi öncesinde amaç finansal işlem vergisinin tartışılmasındaki amaç spekülatif işlem hacmini ve volatiliteyiz azaltarak, piyasada istikrar sağlamaktı. Örnekler daha da çoğaltılabilir.
İşlem vergisi tartışmaları ile eş zamanlı olarak Sn. Cevdet Yılmaz’ın ‘’Yatırım için doğru zamandayız’’ açıklamalarını birlikte değerlendirirsek belli ki sermayenin artık daha çok finansal araçlardan doğrudan yatırımlara akması isteniyor. Çünkü sermaye piyasalarından elde edilen kazancın kalkınma ve istihdama katkısı çok düşük. Burada küçük yatırımcıdan değil sermaye sahiplerinden bahsediyorum. Çünkü özellikle borçlanma maliyetlerindeki artış reel sektörün doğrudan yatırımlarını azaltırken, finansal piyasalardan elde ettikleri kazançları artırmıştı.
İşlem üzerinden vergilendirme konusuna geri dönecek olursak, düşünce olarak uzun vadede spekülasyonun ve piyasada yaşanan volatilitenin az olduğu, daha istikrarlı bir sermaye piyasasına sahip olabilmemiz açısından doğru bir düşünce. Ancak enflasyonun alım gücünü bu denli erittiği, ücretlerin ele geçmeden eridiği ve vatandaşın birikimlerini korumak için yüksek getiri arayışında olduğu bu dönemde yatırımcıyı küstürerek hem piyasa likiditenin azalmasına hem işlem hacminin düşmesine hem de yatırımcıların alternatif piyasalara yönelmesine zemin hazırlayacağından yanlış ve zamansız bir düşünce.
Şayet bu bir piyasa regülasyonuysa bu regülasyon kamu tasarruf paketinin açıklanmasının ardından yapılır ve uygulanırsa yatırımcının tepkisini toplamaz. Ancak bu bir maliye politikasıysa bu sefer de kamuda ciddi bir tasarrufa gitmeden yeniden yükü, vergilendirme üzerinden vatandaşa yüklemek zaten hali hazırda zor düzeltilmeye çalışılan beklentilerin daha da bozulmasına yol açarak sermaye piyasası yatırımcılarının küsmesine yol açabilir. Bunun yerine şu an için hisse senetleri üzerinden elde edilen kazançtan enflasyon arındırıldıktan sonra portföy büyüklüğüne göre belirlenecek oranlar üzerinden vergi alınması, çok daha az tepki çeker ve küçük yatırımcıyı da bu piyasaya küstürmez.